13 Şubat 2017 Pazartesi

Hayaller, hayatlar...

         Eskiden sorduklarında hayalin ne diye, hep "Bir yere bağlı olmadan kuş misali özgürce yaşamak, tüm bağlarımı koparabilmek" derdim. O kadar kolay derdim ki hem de, tamamen özgür olmak bundan geçer, ben de dilesem dilesem bunu dilerim derdim. Bilmezdim kopan bağların bu kadar içten acıttığını, insanın ellerinin bomboş kaldığını, yüreğini alev alev yandığını. Bilmediğimden bu kadar kolay dilerdim sanırım. Şimdi dileğim gerçekleşiyor, ailem dediğim tek insan, annem, evleniyor kendine yeni bir hayat kuruyor. Sevinemiyorum bile, kendimi adadığım tek insanı yeni bir hayata yolculamak yüreğime ağır geliyor çünkü...
Çocukluğumdan beri ağır bir hayat geçirdim pek çok kişiye nazaran, babamı kaybettim, babamın ailesi tarafından terk edildim, dedemi ve pek çok insanı kaybettim sonrasında. Sonsuzluğa uğurladığım her yakınım sonrasında, beni bırakan her insan sonrasında olsun annem yanımda der, ona daha da sarılırdım. Şimdi onun başkalarına sarıldığını beni arkasında bıraktığını görmek o kadar acı geliyor ki.. Bilmiyordum hayalimin bu kadar acı vereceğini, yüreğimi de dilimi de bağlayacağını. 
Özgürlük hayallerimdeki gibi değilmiş, nereden bilebilirdim ki? 

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Nefesle Boğulmaktır Marifetimiz

Uzun zamandan sonra tekrar buradayım..
Kendime sözüm vardı, her gün kendimi mutlu eden şeyler bulacak, heyecanlandıran şeyler yaşayacak ve buraya aktaracaktım. Ama sözler her zaman tutulamıyor...
Bu seferki yazım biraz depresyonlu içerikli olacak baştan söyleyeyim, sonra "Öff bu ne yeter..." demek yok!..
Elimin buraya gelmesinin sebebi Sezen ablamın;" O kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım. Ne göreyim, kendime yıldızlardan daha uzaktım..." sözü oldu aslında. Sordum kendime; "Kendime en yakın olduğum zaman ne zamandı peki?" diye. Ve cevabımın burada hevesle bir şeyler yazarken geçirdiğim zaman olduğunu fark ettim.
Peki ne oldu da ben yıldızlardan daha uzak oldum kendime?
Pek çok şey...
Yıllardır hayatımda bir şeyler iyi gidiyor diyemem zaten. Annemin yalanları, benim tek başıma yaşamaya başlamam, Amerika'dan dönme depresyonu, iğrenç bir eski sevgili(üzgünüm ama haksız değilim bu konuda), intihara eğilimli bir bünye, dönem uzatma, arkadaş ihanetleri, dolandırılmalar derken uzuuun bir süredir kötü giden bir hayatım vardı zaten. Ama bu sene diyordum ki; "Hadi kızım sıkı tutunacaksın bu sene! Kimseye eyvallah etmeyeceksin, hedefine yürüyeceksin ve başarınla mutlu edeceksin kendini!". İnanın insan ilişkilerinde, parada hiçbir şeyde yoktu gözüm, sadece başarılı olmak istiyordum o kadar minicikti hedefim .Ama her şey planladığımız, istediğimiz gibi yürümüyor hayatta.
İlk 4 ay sorunsuzdu hayatım çok da mutluydum aslında. Burada bir şeyler yazıyordum, çalışıyordum, hayattan tekrar keyif alıyordum. Sorsalar mutluyum demezdim belki ama huzurluyum derdim.
Ama Şubattan sonra huzurdan da mutluluktan da eser kalmadı hayatımda...
Hocamız okul dergisine bilimsel bir makale yazmamızı istemişti."Tamam!" dedim bende, "İşte hayatımda aradığım akademik fırsat!". Çalışacağım ekibi belirledim. On küsür kişilik ekipte çalışan 3 kişiydik hatta 2 kişi, hatta çoğu zaman tek başıma çalıştım ama dedim ki; "Yılmayacaksın. Bu insanlar yapmasa bile sen o araştırmanı gerekirse tek başına yapıp yayınlayacaksın. Öğreneceksin, gelişeceksin, bir şekilde yapacaksın bunu!" ama yürümedi tabi. Dersler, kendi hayat mücadelem, araştırma yürümedi uzadı. Ama olsun dedim "Hoca bana bu dönem olmasa da seneye yayınlanacak sözü verdi yaparım ben bunu.". 
Makale sürecinde çalıştığım iki kişi bana kulüp kurma teklifiyle geldi. Baktım yararlı bir şeyler yapılacak tabi dedim ama bana yıkıldı tabi tüm dosya, proje, plan işleri. "Olsun be, o köydeki çocuklara sağlığı öğreteceğiz ya gerisi boş." dedim çalıştım ama ilk etkinlikten sonrası yürümedi..
Bu iki arkadaşla yaptığımız işlerden ötürü bir samimiyet oldu aramızda, birbirimize gelip gitmeler başladı derken çocuklardan birinin üst kolu benim evde ortadan ikiye ayrıldı. Olay sınava 5 gün kala olunca kaza sebebiyle yanan psikolojidir, kafadır derken senenin en önemli sınavında dipleri gördüm. Bir ay yemeden içmeden çalıştığım mikrobiyoloji bloğunda hem de...
Yine de "Olsun be kızım bu insanlar yanında olsun toparlarsın, gerekli insanlar için bazen bazı şeyler gidebilir elden." dedim ama ne bu insanlar yanımda oldular iyileştikten sonra ne de ben toparlayabildim tek başıma.
Finale 2.5 hafta kala kalp sorunuyla acile kaldırıldıktan sonra zaten alt üst oldum. Sonrası okulda yapılan haksızlıklar, sorularımızın alt döneme yanlışlıkla sorulmasıyla havuzda kalan tüm zor sorularla yapılan sınavlar derken bendeniz sınıfta da kaldım. Ve kaldığım puan farkı sadece 2 puan...
1 aydır durmadan her gün ağlıyorum kimseye göstermeden. Elimde ne bir tutunacak dal var ne de umut. Nefes almak bile canımı yakıyor.
Ne bir tutunacak insanım var, ne kendimi idame ettirebilecek bir başarım ya da işim. Yurt dışında uzmanlık yapmak isterken ben artık bunu yapabilme şansım var mı onu bile bilmiyorum. Hayatım hayallerim kaydı, yandı. En azından sağlıklıyım yaparım bir şeyler desem o da yok. Kalp sorunları, yeni çıkan şeker hastalığım(bir o eksik gibi), aylardır canımı yakan kitlem(ki kendisinin ne olduğu hakkında bir fikrim yok), son dönemdeki ağır baş dönmelerim... Allah'a emanet yaşıyorum şu son dönem.
Sanki zifiri karanlık bir yere düşmüşüm de her tutunduğum ellerimi parçalıyor, her dayandığım beni yere vuruyormuş gibi. Bu kabus asla bitmiyormuş gibi...

Bu da benim gibi yeniden tutunmaya çalışan herkese gelsin bakalım.. Belki yürekleri bir nebze olsun serinletir...

30 Haziran 2016 Perşembe

Ne hale geldik biz...


Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki içimde... 
Uzun zamandır nefret ediyorum yaşadığım ülkeden. Midem kaldırmıyor olanları, yaşananları... Apaçık yapılan yolsuzluklar var mesela. Ki bu yaşananların en küçüğü. Para, kul hakkı bu konulara girmiyorum. Alenen ortada olan tecavüzler var ve bu noktada başlıyorum zaten delirmeye. Küçücük kız, erkek çocukları tek tek ya da topluca tacize, tecavüze uğruyor ve kimsenin umrunda değil. Cezalar yok ya da yetersiz, araştırma soruşturma desen hak getire... Her hafta şehit haberleri duyuyoruz bizim insanımız ölüyor. Sözde tüm Türkiye acı çekiyor ama iki gün sonra yeni şehit için paylaşımlar yapılıp sonra kıyafet, gezi fotoları beğenilmeye, yemek, selfie fotoğrafları paylaşılmaya devam ediliyor. Ülkemizde bombalar patlıyor, canlı bombalar. Geçen yıldan bu yana 10 tane patlama, 23 tane saldırı var. İnsanlar, masum canlar ölüyor ve kimse ama kimse almıyor sorumluluğu, ya da ben koruyamadım diyemiyor bu canları. Bu ülkeyi ne hale getirdiniz? Ne oldu benim 90'larda büyüdüğüm ülkeme?..

90'lar demişken ne güzeldi benim çocukluğumdaki çocuklar... Doyasıya oynardık bahçelerde, İstanbul sokaklarında. Oyunlarımız da ya koşuşturmacalı ya ip atlamalı ya da yakar topluydu. Bugüne bakıyorum bide. Yan apartmandaki çocuk arkadaşını dövüyor ve bağırıyor "ALLAHU EKBER DİYECEKSİN ULAN!". Bu çocuk toplasan 10 yaşında. Siz nasıl bir nesil yetiştiriyorsunuz Allah aşkına??
Şu iki gündür elimi ayağımı titreten Atatürk Havalimanı saldırısı var bide. Gece bir anda telefona sarılışım var size anlatamam. Arıyorum dayımı yanıt yok, aklım çıkacak gibi oluyor. Annemi arıyorum sonra, sesim titreyerek "Anne havalimanında saldırı olmuş, dayımın uçuşu var mıydı, ne olur yok de..." diyorum. Annem de panikle ulaşmaya çalışıyor. Dayımın bir gün önce uçuşu olduğunu öğreniyoruz yengemden, şükürler olsun ki yurt dışındaymış..
Ben onun  iyi olduğunu öğrenmek için geçirdiğim 20 dakikada aklımı yitirdim resmen. Benim babam ben 8 yaşımdayken vefat etti, dayım yaptı bir babanın yapması gereken her şeyi bana. Ben ikinci baba yerine dayımı koydum; ve o gece ikinci babamı da kaybettim sandım. Bunun nasıl bir acı olduğunu kim nasıl anlar?
Canım çok acıyor, hem de çok. Her gün yeni bir haberle boğuluyorum, her gün acı var, her gün şerefsizlik var bu ülkede. Güzel yürekli insanlar ya ölüyor ya da başkalarının haklarını savundukları için linç ediliyor, terörist ilan ediliyor. Nasıl bir b*k çukuruna dönüştük benim cidden aklım almıyor...

29 Şubat 2016 Pazartesi

Karamsar mavisi

Hayat çok garip. Bazen bir insan sizin canınızı en çok acıtan konuyu normal bir toplum sorunu gibi önünüze sunup çok basit bir şeymiş gibi en ince detaylarına inebiliyor. Siz de küçük krizler yaşamamak için kendinizi tutmakla uğraşıyorsunuz.
Ben bugün yaşadım bunu. Proje görüşmesi için gittiğimiz okulda görüştüğümüz müdür yardumcısı katıldığı konferanslar projeleri anlatırken bir anda "Mutlu Çocuklar" projesine bölge müdürlüğü yaptığından bahsetti. İstismara uğramış çocuklardaki belirtileri anlamak için öğretmen, doktor, hemşire, imam vb. gibi yerleşkenin ileri gelen insanlarını eğittiği bilgilendirdiğini anlattı. buraya kadar güzeldi kendimdeydim, fakat çocukların psikolojilerine derinlemesine girdiği ve bana "Düşünebiliyor musunuz neler yaşıyor o çocuklar?" diye sorduğunda gözlerim doldu, başım patlayacak gibi oldu. Çocukken yaşadığım iğrenç taciz olayına döndüm yeniden. "Biliyorum en iyi ben biliyorum!" diye bağırmak istedim içten içe ama onun yerine midem bulanmaya başladı. Görüşmede olduğumuz için çıkamadım, kalakaldım orada. Odanın oksijeni bitti sanki bir anda nefes almak o kadar zordu ki yavaş yavaş, sessiz sessiz çekmeye çalıştım havayı içime. Karşımda o adamı gördüm yeniden, kaçamayan 7 yaşındaki beni gördüm, küçücük kabinde sıkıştırılmış beni... Zaten kopmuşum orada. Bir ara müdür yardımcısı "Arkadaşınız aklında çok plan var sanırım güzel." dedi. Boş gözlerle baktım bir an samimiyetsiz bir gülümsemeden başkası gelmedi o an elimden. Görüşmenin sonuna kadar nasıl durduğumu bilmiyorum zaten. Çıkışta Serkan lavaboya gidince ben de kendimi lavaboya kitleyip istifra ettim bir süre. Hiperventilasyona girmemek için nefesimi tutmaya çalışıp düzelmeye çalıştım. Aynada gördüğüm benden hiç mutlu olmasam da şalımla iyice kapayıp kendimi "Eve geçmek istiyorum, tansiyonum düştü sanırım." dedim yanımdakilere. Farklılığı sezseler de pek bir şey diyemediler. Sanırım güçlü durdum ki bunun iyi bir şey olduğuna inanmak istiyorum. Tekrar görüşme olursa o adamın yanında nasıl dururum bilmiyorum. En tecrübeli ekip üyesi olduğum için beni istiyorlar pek çok şeyde, nasıl yapacağım bilmiyorum. Canım yanıyor uyuyorum. Ama böyle olmaması gerektiğini 14 yıl önceki olayda takılı kalmamam gerektiğini de biliyorum. Her zamanki gibi devam edeceğim ama bu sefer canım çok acıdı, nasıl aşacağımı tam bilmiyorum...
Bu da günün şarkısı olsun o zaman.
I've been kicked off my land at the age of sixteen
And I have no idea where else my heart could have been
I placed all my trust at the foot of this hill
And now I am sure my heart can never be still

Seal my heart and break my pride
I've nowhere to stand and now nowhere to hide

25 Şubat 2016 Perşembe

I'm back!

Uzun zamandır yazamıyordum. Samsun'da yeniden düzen oturtmaktan, koşturmaktan zaman bile bulamıyordum çünkü. Hala da zamanım yok aslında ama hazır bir boşluk bulmuşken yazayım biraz dedim.
Dönüşümden bu yana neler olduğunu kısa bir özet geçecek olursam;
Öncelikle Allah'a çok şükür annem daha iyi. Yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Sorunlarını da yavaş yavaş buluyoruz. Şimdilik araştırmalar için randevularını bekliyor kendisi. 
Ben de daha iyiyim. Hem annemle ilgili endişelerimden bir nebze sıyrıldım hem de yeni döneme çok güzel başladım. Öncelikle bir öğrenci topluluğunda 8 Mart etkinliklerini yürütmeye çalışıyoruz, prosedür ve hazırlık işlerimiz var. İkinci olarak seçmeli blokta yaptığımız proje dekanlık tarafından çok beğenildiği için onunla ilgili makale yazmaya çalışıyoruz bu da sıfırdan bir araştırma yapmamız demek. Yeni bambaşka prosedürlerle uğraşıyoruz yani. Üçüncü olarak dershane temsilciliği yapıyorum ve onun peşine de koşturuyorum biraz. Dördüncü olarak da yeni bir öğrenci topluluğu kurma teklifi aldım bugün, onun planlarıyla uğraşmaya başlayacağım kısa bir süre içinde. Sonuncu gündemim ise haftasonu kişisel gelişim eğitimlerine maruz kalacak olmam. 
Bunlar dışında hazırlıktan beri olan arkadaş grubumla bağlarımızı yeniden sıkılaştırmaya çalışıyoruz. Bildiğim ortamda sevdiğim insanlarla olmak fazlasıyla huzur veriyor bana. Birde yeni son dakika haberimiz çok yakın bir arkadaşımın bizim apartmana taşınmış olması. Fazlasıyla mutlu olsam da tek kişilik hayatımın bölünecek olması korkusunu taşıyor olmam beni fazlasıyla huzursuz ediyor. Yalnızlığa alışmak çok değişik ve çok zor bir şey. Ama bu psikolojinin detaylarına şimdilik girmiyorum. Apayrı upuzun bir konu çünkü kendisi.
Şimdilik yazımı bu kadarla bitirmek istiyorum çünkü kafamı toplayamıyorum yorgunluktan :)
Bu da günün şarkısı olsun :)

18 Şubat 2016 Perşembe

Ankara...

Son bir buçuk, iki haftadır yazmak istediğim o kadar çok şey, paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki.. Gezilerimi, anılarımı,fotoğraflarımı, kullandığım ürünlerin analizlerini, her şeyi anlatmak istiyorum ama her seferinde bir olay, bir acı ile yüzleşiyorum..
Tam dün keyfim yerindeyken alacaktım bilgisayarı elime, uzun uzun yazacaktım ki telefonuma "Patlama olmuş" mesajı geldi. Nerede olmuş, nasıl olmuş, kim ölmüş, kim yaralı sorularında boğulup durdum tüm gece. üzerinden 24 saatten fazla geçmesine rağmen herkesi hala arayıp soruyorum"İyi misiniz, bir yakınınıza bir şey oldu mu, herkes sağlam değil mi?" diye. Kafam allak bullak. Çok yakın bir arkadaşımın babası Deniz Komutanlığında çalışıyor ve o servislerden birindeymiş. Tek şansı başka bir mevkiye giden servise bindiği için 3 dakika ile olayı kaçırması. Ama ölen, yaralanan iş arkadaşları, aile dostları yüzünden hiç mi hiç iyi değiller... Bir arkadaşım ise Ankara'ya gezmeye gitmişti ve dün olay mahalline yakın bir yerdeymiş. Birkaç sokak arayla kurtulmuş.
Yakınlarımın ölümden ucu ucuna kurtulması içimi o kadar acıtıyor, ruhumu o kadar çok boğuyor ki anlatamam kelimelerle. Zaten ne düşündüğümü bile şu an düzgün bir kompozisyonda aktaramıyorum buraya...
Ama hissettiğim en yoğun duygu nefret sanırım, ya da kin. Bunun başımıza gelmesinden sorumlu herkesten nefret ediyorum. Bunu yapan terör örgütünden de, Türkiye'nin yönetildiği, en güvenli olması gereken bölgede bu olayın olmasına sebebiyet veren mit ve savunma bakanlığı çalışanlarından da, doğru düzgün açıklama yapmayan, sadece kınayan, "Mekanları cennet olsun inşallah" diyen devlet büyüklerinden de, olay olduğunda yine(!) çıkıp konuşmaya tenezzül etmeyen cumhurbaşkanından da nefret ediyorum. Bizi bu kanlı günlere kendi hırsları yüzünden iten yönetimden tiksiniyorum. Ve bu düzeni değiştirmek için elimden bir şey gelmemesi kahrediyor beni. Farkındalık sahibi olup da oturup durmak zorunda olmaktan daha kötü bir şey var mı acaba?
En çok da canımı sıkan şey kimsenin hiç bir sorumluluk almayacak kadar karaktersiz olması. Bakalım son 5 ayda başkentte 2 büyük patlama oldu. Bunlardan birinde 100 kişi öldü 17 Şubatta olan patlamada sayıların hala saklandığı söyleniyor. Bu patlamaların biri bir yürüyüşün ortasında, polislerin güvenlik çemberine aldığı bir alanda oldu diğeri ise askeriyenin servis aracında. Bunlar dışında Türkiye'nin en önemli şehirlerinden biri İstanbul'da, İstanbul'un göbeğinde bir patlama oldu. Bir de Diyarbakır Suruç'ta bir eylemde.. 2015 yazından bu yana 4 büyük saldırı oldu ülkemize. Ayrıca Dağlıca'da askerlere yapılan saldırıda 400 kilo mayın kullanılmıştı bunu da unutmayalım. Ama o kadar iyi çalışan bir güvenlik sistemimiz var ki bu 4 patlamayı kontrol edemedi daha öncesinde, 400 kilo mayının taşındığını göremedi. Ve bu başarılı çalışmaların arkasındaki adamlar totolarını yayarak hala o koltuklarda keyifle oturuyorlar. İnanın onların yerine ben utanıyorum. Karaktersiz insanlar sırf koltuk-para sevdasından bi taraflarını kaldırmazlarken biz güvenli bir ortamda yaşayamadığımız için "Acaba ben de bir gün patlayıp ölecek miyim? Yakınlarım sevdiklerimi bu patlamalarda kaybedecek miyim?" sorularıyla sürdürüyoruz hayatımızı.
Yaşamaya korktuğum ülkem için çalışmaya geri dönüyor ve hepinizin sağ kalmasını umuyorum, çünkü Ortadoğu'ya dönen güzel ülkemde dileyebileceğim tek dilek hayatta kalmanız...

11 Şubat 2016 Perşembe

Korkulu düşler

Bugün biri bana sorsa "Akina Şubat ayının ikinci Perşembesi olan bugün neler yaptın bakalım?" diye, vereceğim tek yanıt "Korktum, hem de çok korktum." olurdu. 
Sıradan bir güne başlamıştım aslında. Annem evdeydi sadece, kan tahlili için hastaneye gitmişti. Sonrasında beraber metroya binip kendi yollarımıza ayrıldık. O işe geçti ben arkadaşıma. Ama sabah tek küçük sıkıntı annemin baş ağrısıydı. Açlık, uykusuzluk sebep olabilir diye çok da üstüne düşmemiştik. Taa ki annem beni saat 4'te arayıp "Endişelenme ama beni hastaneye kaldırdılar." diyene kadar. Nereye götürdüklerini sorduğumda Bakırköy Dr. Sadi Konuk Hastanesinde olduğunu söyledi. Şansıma Taksim'deydim. Yoksa Anadolu yakasından nasıl karşıya geçerdim bilmiyorum.
Sorup soruşturup bindim bir otobüse gitmeye çalıştım annemin yanına. Akşam iş çıkışının trafiği ile bir saate yakın kaldım yolda. Öldüm öldüm dirildim o süreçte. 
Düşünsenize babanızı 8 yaşınızda kaybetmişsiniz ve anneniz dışında birinci derece hiçbir yakınınız yok. İkinci dereceler ise zaten ya hayatınızda yok, ya da olan sadece kendine Müslüman insanlar.
Ne yapardınız?
Ben bin bir felaket senaryosu türettim kafamdan. O bir saatlik yolda annemin başına neler gelmedi benim kurgu dünyamda.
Hastaneye vardığımda annemin tansiyonunu 20lerden 14lere düşürdüklerini öğrendim, tomografisi de temizmiş. Biraz olsun rahatladım ama hani stres sonrası anlık boşalır ya insanlar, ben de boşaldım bir anda. Arkadaşımla konuşurken başladım ağlamaya, sessiz sessiz ağladım bir köşede.
Anladım ki bazen ne kadar kızsam da, küssem de, darılsam da annem benim en ama en değerlim.


Ağlama krizim bittikten sonra şişmiş gözlerimle oturduğum yerde, bir sersemleme evresine girdim. Boş boş bakıyordum yola. Sonra birileri geldi yanımda oturan kişilere "Başınız sağ olsun." diyerek. Tabi o harap halde ilk başta ne olduğunu kavrama peşindeyken ben fark ettim ki gelen giden benim de o ailenin yakını olduğumu zannetmiş. Herkes baş sağlığı diliyor o iki kişiye, yanda bana gelince tanımadıkları için acı bir tebessümle selam verip dönüp bu kız kim dedikodusuna başlıyorlar. Cenazeden ziyade benim kim olduğum konusu trend topic oldu bir anda. Cenaze var diye gülemiyorum da tepkisiz oturuyorum; insanlar daha da meraklanıyor kim bu kız, kimi ki bu kadar yıkılmış, yazık günah diye. Sonra hadi çay içelim içiniz ısınsın diye kaldırdılar o iki kişiyi ben kalkmayınca ortaya çıktı sülaleden olmadığım. Sanırım bir ara gayrimeşru çocuk falan bile oldum.

İşin komik yanını bir kenara bırakırsak gerçekten bu akşam pek çok şeyi fark ettim hayatımda;
  • annemin değerini
  • annemden başka kimsem olmayışını
  • acil bir durumda arayacak ne akrabam ne de arkadaşım olduğunu
  • artık bir şekilde bu tarz acil durumlara hazır olmam gerektiğini


Ama şükürler olsun ki annem şu anda iyi ve ben de biraz daha rahatım psikolojik olarak.

İstanbul gezi yazım ve fotoğraflarımla daha sonra görüşmek üzere, hoşçakalın..